Tema düzenleyici

Türkülerin Hikayesi

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Nemesis
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi

Nemesis

Yönetici
Katılım
18 Tem 2025
Mesajlar
161
Beğeni
298
Konu sahibi

Hacel Obası:​

Türkünün hikayesi, Adana ve çevresinde göçebe hayat süren Yörük obalarından birine, Hacel Obası'na odaklanır. Hikayenin kahramanı olan genç bir adam, obanın bey kızı olan ve güzelliği dillere destan "Hacel Kızı"na deli gibi âşık olur.
Genç, büyük bir cesaretle kızı ister, ancak kızın ailesi (beyler) tarafından ya soyları denk görülmediği için ya da gencin maddi durumu (başlık parası) yetersiz olduğu için reddedilir.
Aşkına ve sevdiğine kavuşma umudu kalmayan çaresiz genç, yüreğindeki acı ve hasretle memleketini ve obayı terk ederek gurbete düşer. Türkü, gencin yolunun her Hacel Obası'ndan geçişinde çektiği derin acıyı, bir ağıt biçiminde dile getirmesidir. Türküdeki her dize, yitirilen aşkın, obanın ve sevdiğinin güzelliğinin kalpte yarattığı onulmaz sızıyı anlatır.

Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
Malkara’ya ait olduğu rivayet edilen bu ayrılık türküsü, uzak bir köye gelin giden Zeynep’in ailesine duyduğu özlemi anlatır. Zeynep’in gelin gittiği köy, kendi köyüne üç gün uzaklıktadır. Yedi yıl boyunca ailesini görmeyen Zeynep’in hasreti gün geçtikçe büyür. Zeynep de özlemini dindirmek için kendi yazdığı bu türküyü evinin bahçesinde söyleyip durur. Bu haline, kocasının kötü muameleleri de eklenen genç kadın hastalanır ve yataklara düşer. Halinin kötüleştiğini ve başka çaresi kalmadığını anlayan kocası karısının köyüne gider ve ailesini getirir. Zeynep’i yatağında kendinden geçmiş halde, bu türküyü söylerken gören annesi fenalık geçirir. Zeynep’in hasreti dinse de hastalığı iyileşmez ve ruhunu teslim eder. Bu türkü halen kına gecelerinde en çok söylenen türkülerin başında gelmektedir.

Drama Köprüsü​

Batı Trakya ve Doğu Makedonya bölgelerinin en tanınmış şarkısı olan Drama Köprüsü; Debreli Hasan (de bre Hasan) adına yazılmıştır.

Rivayete odur ki, Debreli Hasan askerdeyken kendisine türlü eziyetler eden komutanına (başka bir rivayete göre amcası) karşı diklendir. Bir arbede sırasında kaza ile mi, isteyerek mi bilinmez komutanını öldürür. Bunun cezasının doğrudan idam olacağını bilen Hasan firar eder. Firar eder etmesine ama daha ordudan dışarıya adımını atar atmaz pişman olur yaptığına fakat artık geriye dönüşü de yoktur bu işin...
Önce evine döner, anasının elini öpüp hayır duasını alır, bir süre köyde kaldıktan sonra peşine çoktan düşüldüğünü anlar. Ne yapayım ne edeyim derken dağlara çıkmak fikri gelir aklına. Dağa çıkar çıkmasına ama çıktığı ilk gün de yemin eder kendisine. Her ne olursa olsun halka eziyet etmeyecek, masumun malını gasp etmeyecek, zalim biri olmayacaktır. Aksine bunları yapanların tepesine kabus gibi çökmek için ant içer. O günden sonra balkan topraklarında kimin bir müşkülü olur ise doğrudan Hasan’a gitmeye başlar.
Hasan kendisine gelenleri dinler, düşküne yardım eder. Sadece bununla kalmaz dağda Yunan çetecilerle de amansız bir çatışmaya tutuşur ama bu sırada dahi aşıkların kavuşmasında her daim el ayak olur. Kendisinin de haber alamadığı bir sevdiği vardır çünkü…
Günlerden bir gün Hasan şehre iner. Sevdiği kadın onu hala beklemektedir. Beklemektedir beklemesine ama Hasan da artık eski Hasan değildir. Dağlar bile dar gelir artık ona. Bir taraftan da kellesine ödül koyulmuştur. Cümle balkan topraklarında aranmaktadır Hasan. Sevdiği kadına bir zarar gelmesinden çekinir. Artık beraber olamayacaklarını anladığı an haber salar sevdiğine beni bekleme, başkasıyla evlen diye. Kız istemese de Hasan’ın dediğini yapar ve başka birini bulur. Aradan zaman geçer. Sevdiği kadının düğününün olacağını işitir Hasan. Giyer en güzel kıyafetlerini ve düğününe gider sevdiğinin. Herkes düğünü dağıtacak diye beklerken Hasan gelip içi yana yana 7 altın bilezik takar sevdiğine. Aradan yıllar geçer, kadın yine de unutamaz Hasan’ı. Ve ona bu türküyü yakar;

Drama Köprüsü” aslında bir köprü değil, 50 santim genişliğinde dar bir su kemeridir. Herkes köprü beklerken bir su bendiyle karşılaşmıştır. İlk başta yanlış keşiftir diye düşünülür. Fakat türkü sözlerinin dikkatli bir şekilde yorumlanmasıyla keşfin doğru olduğu anlaşılır. Türküde, "Drama Köprüsü Hasan dardır geçilmez" der. Hatta İskeçe bölgesinde söylenen türkünün bir mısrasında "dardır daracık" der ve su bendi de dardır ve üzerinden geçilmesi de zordur. Şarkıda yine, “soğuktur suları Hasan, bir tas içilmez" derken kastettiği şey su kemerinden akan suların soğuk olduğudur. Suların soğuk olması da bende gelen suyun muhtemelen bendin biraz üzerinden başlayan sıra dağlardan geldiğinden ve dağların serin ve kış dönemi çok kar tuttuğundan akan suyunun da soğuk olacağındandır. Osmanlı döneminde, bu su kemerine Drama Köprüsü denmiştir.

Hekimoğlu
Hekimoğlu İbrahim, Fatsa’da yaşayan bir delikanlıdır. Burada Gürcü Sefer Ağa’nın yanında çalışır ve onun kızına gönlünü kaptırır. Delikanlının kızla gizli görüşmeleri duyulunca, kızın nişanlısı olan Seyyid Ağa ve adamları Hekimoğlu İbrahim’in peşine düşer. Bir çatışma yaşanır. Bu çatışmada İbrahim, Sefer Ağa’nın önemli bir adamını öldürür. Bu olaydan sonra Hekimoğlu olarak anılmaya başlar. Dağa çıkar ve kaçarak yaşamaya başlar. Hekimoğlu’nun dağa çıktığını duyan yöre köylüleri kendisine kucak açarlar. Yoksul halkla dostluk kuran, zenginlerden alıp fakirlere veren Hekimoğlu’nun ünü daha da artar. Himayesine birçok kişi girer. Gürcü beyinin korkulu rüyası olur. Bir gün Hekimoğlu’nun yeğenleri pusuya düşürülür. Bunu haber alan Hekimoğlu, intikam almak için pusu kurulan yere gider ancak kendisi de bu oyunda kurban olur. Uğradığı saldırıda ağır yaralanır ve can verir.

Suzan Suzi​

Osmanlı zamanında Diyarbakır’a taşınan varlıklı bir süryani ailesinin çocuğu olmamaktadır. Adaklar adanır, şifalar aranır ve sonunda dünya güzeli bir kızları olur. Suzan adını verdikleri bu kıza, süryani bir aileden geldiği için Osmanlıca Suzan Suzi denir. Suzan, çok güzel bir kızdır.
El üstünde tutulan Suzan ile annesi bir gün kurban kesmek için Kırklar Dağı’na giderler. Burada ilk kez karşılaşan Suzan ile Adil birbirlerine aşık olup kaçarlar ve o gece birlikte olurlar. Haber duyulur, Suzan’ın şehirde adı çıkar. Buna dayanamayan Suzan, On Gözlü köprüden atlayarak canına kıyar. Sevdiğinin ölüm haberini alan Adil de onun arkasından atlar. İki aşığın hazin sonu, bölgenin ozanları tarafından dilden dile aktarılır.

Hepsi birbirinden farklı güzel hikaye ama size göre en etkileyicisi hangisi yada sizinde varsa bildiğiniz veya etkilendiğiniz hikaye paylasabilirisiniz.

 
HARMANA SERERLER SARI SAMANI
“Afyon’un Emirdağ ilçesinde tırpancı olarak çalışan Kara Yusuf, uzun boylu, yeşil gözlü esmer bir Türkmen yiğididir. Yaz geldiğinde tarlalarda tırpancı olarak çalışmakta, geçimini sağlamaktadır. Yine bunaltıcı bir yaz gününde tarlada çalışırlarken bölgenin en büyük çiftliklerinden birinin sahibi olan Tahir Ağa gelir. Ağa, tarlasında çalışanlara azık getirmiştir. Ağanın kızı Elif de azığı, Kara Yusuf’a verir. Elif’i gören Yusuf sevdalanır. İçinde kor bir ateşin yandığını hisseder. Elif de Yusuf’un çakır gözlerine vurulur.
Akşam olup da tırpancılar paydos edince Yusuf da diğerleri gibi kestirmeden Emirdağ’a varır. Yusuf ve arkadaşları çeşmenin önünden geçer. Elif de arkadaşlarıyla çeşme başındadır. Yusuf su içmek bahanesiyle çeşmeye doğru yaklaşır. Yusuf, Elif’in uzattığı kalaylı tası alırken gözlerini Elif’ten ayıramaz ve böylece iki genç arasındaki aşk iyice alevlenir. Bu şekilde kaçamak görüşmeler devam eder. Derken kış gelir. Yusuf sevdiğini daha az görür. Baharın gelmesiyle birlikte iki aşık daha sık görüşmeye başlar. Fakat bu güzel günler kısa sürer. Tahir Ağa o sene Ağaçlı yaylasını çıkar. Koca konak bir bekçi hariç, yaylaya çıkar. O dönemlerde her ağanın bir yaylası olurken yaylaya davetsiz kimse gidemezdi. Bunu iyi bilen Kara Yusuf sevdiceğini görebilmek için yayladan inmesini beklemek zorunda kalır. İki aşık için yeniden uzun bir hasretlik başlar.
En sonunda yaylada otlar sararmaya başlar. Yaylacıların ineceği haberini önceden alan Yusuf o gün işe gitmez. Çatallı ve Tez Köylerinin Emirdağ girişinde adeta nöbete kalır. Uzunca bir bekleyişin sonunda tozu dumana katarak gelen minibüsü görür. Kalbi sevinç ve heyecanla çarparak minibüse doğru koşar. Ancak tozdan kimseyi seçemez. Tahir Ağa’nın Kecerli’deki konağına gider. Konağın yanına varınca etrafı kolaçan eder ama Elif’i göremez. Ertesi sabah Yusuf çeşmenin başına gider ve Elif’i görür. Akşam buluşmak için sözleşen Elif ve Yusuf, akşam olunca çektikleri hasretin acısını çıkartırcasına birbirilerine sarılırlar. Kış boyunca ara ara süren bu buluşmalar iki gencin aşkını daha da perçinler.
Elif bir sabah içinde bir sıkıntıyla uyanır. Tahir Ağa, karısı İlvanlı Dudu’yu yanına çağırır. Ve Elif’e talip çıktığını söyler. Emirdağ’ın soylu bir ailesi askerden gelen oğullarına Elif’i istemektedir. Tahir Ağa söz verir. Kız verilecek, iki soylu aile arasında hısımlık bağı kurulacaktı. Bunu duyan Elif’in başına dünyalar yıkılır. Sevdiği çakır gözlü Kara Yusuf ne olacaktı. Sevdasını annesine söylemeyi düşündü. İlvanlı Dudu hatırı sayılır bir ağanın kızıydı. Kızını bir tırpancıya verir miydi ? Ele-güne rezil olur, Emirdağ’da kimsenin yüzüne bakamazdı. Bu düşünceyle sevdasını annesine söylemekten vazgeçti.
Akşam olunca Elif, ağlayarak Yusuf’un yanına gider ve olanları anlatır. İki genç aşık ne yapacaklarını bilemezler. Sıkı sıkıya sarılıp bir zaman öylece kalakalırlar. Sonunda Yusuf “kaçalım” der. Ancak Elif iyi bir terbiye almış Türkmen kızı olduğundan babasının yüzünü yere getiremeyeceğini ve ayrılmaları gerektiğini söyler.

Sevdalıların gözyaşları sel olup birbirine karışır. Maalesef hüzünlü bir aşk hikayesi daha bu şekilde ayrılıkla sonuçlanır. Elif aynı sene dillere destan bir düğünle, ağlaya ağlaya, Osman’la evlenir. Kara Yusuf ise en iyi bildiği iş olan tırpancılığa devam eder. Elif’in adını anmadan yıllarca ona yaktığı türküleri söyler.”

Harmana sererler sarı samanı
Hiç gitmiyor Emirdağ'ın dumanı
Gel otur yanıma canım sevdiğim
Ayrılık mı olur harman zamanı

Çeşmenin başına ışmar eyledin
Bir sevgi sevdim de pişman eyledin
Keşke bu sevgiyi sevmez olaydım
Beni Çatallı'ya düşman eyledin

Emirdağı'nan Çatallı'nın arası
Çekilmiyor ayrılığın yarası
Ne dedim ki kömür gözlüm ben sana?
Yine geldi ayrılığın sırası..
 
Al Fadimem Türküsünün Hikayesi
Al Fadime Emirdağ'ın sağırlı köyündendir. Efe Kadir adında bir delikanlı ile birbirlerini çok severler. Efe Kadir al Fadime'yi ailesinden o günün törelerini uygun bir şekilde istettirir fakat köyün en güzel kızı al yanaklı selvi boylu Fadime'yi Efe Kadir'e vermezler. Bunun üzerine Kadir Fadime'yi kaçırmaya karar verir ve anlaşıp kaçarlar. Fadime'nin dayıları o köyün babayiğit kişileridir. Zira olayı hazmedemezler sözde namuslarını kurtaracaklarını düşünürler. Çok geçmez sıkı takip sonucu genç aşıkları Emirdağ merkezinde yakalatırlar. Sorgu hakimi yaşının küçüklüğü nedeniyle Al Fadime'yi ailesine teslim eder. Kadir de cezaevine gönderilir bir süre sonra Al Fadime'de ailesinin baskısıyla kendi köyünden Kara Musa isimli bir adamla evlendirilir.

Fadimesi elinden alınan Efe Kadir mapus damlarında kaderine küser. Fadimesinin ardından türküler yakıp söyler 9 ay sonra tahliye olur ve köyüne döner. Görür ki Fadime Kara Musa ile evlidir. Bu hazin aşk öyküsü de böylece söner gider. Kara Musa ile evlenen Fadime'nin altı çocuğu olmuştur. Efe Kadirin akıbeti ise bilinmemektedir. Onlardan geriye sadece bu türkü ve yaşanan hazin aşk hikayesi kalmıştır.

Evlerinin önü yoldur
Yol üstünde karakoldur
Kurban olam allı gelin
Gel testini bizden doldur

Al fadimem bal fadimem
Yanakların gül fadimem
Uyan uyan sabah oldu
Namazını kıl fadimem

Al fadimem gürcü müsün
Şu dağların burcu musun
Sana diyom al fadimem
Sen kötünün harcı mısın

Al fadimem bal fadimem
Yanakların gül fadimem
Uyan uyan sabah oldu
Namazını kıl fadimem
 
Ah bir ataş ver türküsünün yürek. dağlayan hikayesi

Bu kahreden olay 4 Nisan 1953 yılında yaşanmıştı. Çanakkale Boğazı açıklarında Lara bunu açıklarında Türk donanmasına ait Dumlupınar denizaltısı, uzun ve yorucu bir görevden sonra donanmasıyla birlikte istirahata çekilmek üzere limana yanaşıyordu.

Hava şartları çok kötüydü, sis vardı, yağmur vardı… İstirahati hayal eden donanma limana yaklaşırken çok büyük bir gürültüyle sarsıldılar. Denizaltı İsveç donanmasına ait bir şileple çarpışmıştı. O sırada 8 kişi güvertedeydi ve bunlardan 2’si pervaneye takılarak öldü, 1’i boğularak öldü, 5 kişi ise kurtarılabildi. Geminin içerisinde ise 81 mürettebat vardı ve sadece 22 kişi torpidoya saklanarak kurtulmayı başarmışlardı, tabi ki kendilerini bekleyen daha kötü bir sondan habersizce.

Denizaltı denizin dibini boylamıştı. Topridodaki 22 kişi yüzeye bir şamandıra fırlatarak içerisindeki telefon kablosu aracılığıyla merkezle iletişime geçtiler. Olayı anlata mürettebatta merkezden cevap gelmişti “Gerekmedikçe konuşmayın, türkü söylemeyin ve sigara içmeyin”

Kahraman askerler olacaklardan habersiz bir şekilde ülkelerinin kendilerini kurtarmalarını bekliyordu. Fakat kendileri dışındaki herkes durumu biliyordu o zamanın teknolojisiyle o askerleri oradan çıkarmanın mümkünatı yoktu.

O sırada O anda askerlere bir anons geldi ” rahatça konuşabilirsiniz, türkü söyleyebilirsiniz, sigara içebilirsiniz”

Umutlar tükenmişti askerler artık ölümü bekliyordu. 22 kahraman askerin son sözleri “herşey buraya kadarmış kumandan, birer cigara yakalım mı?” oldu.

Tüm ülke seferber olmuştu ama sonuç belliydi kurtulamayacaklardı. Kurtaran gemisi olaydan 12 saat sonra ancak oraya gelebilmişti. 25 saat sonra ise anca sabitlenebilmişti. O sırada şamandıra ile torpido arasındaki kablo kesildi ve iletişim koptu. Dalgıçlar 100 m’ye yakın derinlikteki Dumlupınar batığına erişmeye çalışyorlardı ama nafile. Hava çok kötüydü su altı dalgaları dalgıçları savuruyordu. Kurtaranın yanlışlıkla kestiği kablo olmayınca dalgıçların kabloyu takip etmesi de olanaksızlaşmıştı. On bir dalış yapıldı ama hiçbiri başarılı olamadı. Yine de Yılmaz Süsen adlı bir dalgıç 80 m dalmayı başarmış hedefine 11 m kalmıştı. İşte o anda basınca dayanamayıp şuurunu kaybetti. Vurgun yemenin kıyısından dönmüştü. 15 saat sonra ancak şuurunu açabildiler. Kurtarma çalışmalarına katılan Amerikalılar dalgıç için şu cümleyi kullanmışlardı “Ölümle arasında hiçbir şey kalmamıştı” 7 Nisan’da 3 gün süren çalışmalar sonucunda Milli Savunma Bakanlığı artık kurtarma çalışmalarını durdurduğunu ve umutların kesildiğini bildirdi.

22 asker ölüme terkedilmişti. Türkiye’nin en karar günlerinden birisi 4 Nisan 1953 olarak tarihe geçti. “Ah bir ataş ver” türküsü ise buradan gelmektedir. Hikayesini bilen herkes her duyduğundan gözyaşlarına bu nedenle boğulur…
 

Göçmen Kızı​

Ailesini savaşta kaybeden bir genç bir kızın türküsüdür, “Göçmen Kızı“.

Yaşadığı hazin olayın ardından hayatını tek başına sürdürmek zorunda kalır genç kız. Yüreğindeki acı hatıraları dindirmeye çalışır, bu süreçte ona en büyük destek ise bahçesindeki iki kuzu olur. Her sabah uyandığında onlarla dertleşir, oynar. Bir nevi can yoldaşı olup çıkarlar birbirlerine.

Bir gün yine kuzuları ile Vardar Nehri kıyısına iner. Kuzular otlarken genç kız tüm acılarını, gözyaşlarıyla birlikte haykırır Vardar’a. O bunu her yaptığında bilmez ki karşı kıyıdan bir çoban ona her seferinde âşık olur. Çok zaman geçmez, alır eline kavalını bizim çoban, başlar çalmaya. Ezgiyi duyup başını çobana doğru çeviren genç kız, şu sözleri duyar ondan:

Sen bir öksüz ben bir garip alayım seni
Alayım da kollarımda sarayım seni

ve türkü devam eder:

Ben bir göçmen kızı gördüm Tuna boyunda
Elinde bir besli kuzu hem kucağında
 
Geri
Üst