Türkiye’nin renkli mozaik yapısında, artık sadece Anadolu’nun köy düğünleri değil; farklı kıtalardan gelen gelinlerin hikâyeleri de yankılanıyor. Japonya’dan gelen bir gelin Kapadokya’da sabah kahvaltısında gözleme açmayı öğreniyor, Ukrayna’dan gelen bir diğeri Ege’nin zeytinliklerinde hayat kuruyor, Brezilyalı bir gelin ise Karadeniz’in sisli dağ köylerinde tulum eşliğinde horon oynamayı keşfediyor.
Yabancı gelinlerin Türkiye’deki hayatı, hem büyüleyici bir kültür buluşmasının hem de sabırla öğrenilen bir uyum sürecinin hikâyesidir. Çünkü Türkiye’de gelin olmak, sadece evlilik değil; bir geleneğe, bir aile sistemine, hatta bazen bir köyün tarihine dâhil olmak anlamına gelir. “El gelini” tabirinin içindeki mesafe duygusu, zamanla yerini kabul ve sevgiye bırakır.
Bu kadınlar Türkçeyi yavaş yavaş, çoğu zaman mutfakta öğrenirler. “Bir tutam tuz”un ne demek olduğunu, misafirlikte çayın nasıl “yarım” mı “açık” mı sorulacağını, ya da bayramlarda el öpmenin inceliklerini deneyimle yaşayarak keşfederler. Kimisi kendi kültüründen lezzetleri Türk mutfağına taşır, kimisi ise eşinin ailesine doğduğu ülkenin bayramlarını tanıtır.
Yabancı gelinlerin hikâyeleri, kültürel bir denge arayışını da yansıtır. Ne tam “yerli”dirler, ne de tamamen “yabancı”… İki dünyanın arasında kurdukları o köprü, Türkiye’nin modernleşen toplumsal yapısına sessiz ama derin bir katkı sunar. Çünkü onlar, aşkın yalnızca iki insan arasında değil; iki kültür arasında da yaşanabileceğini gösterir.
Peki siz ne düşünüyorsunuz?
Yabancı gelinlerin Türkiye’ye kattığı bu kültürel çeşitlilik sizce toplumun zenginleşmesi mi, yoksa geleneklerin dönüşümü mü?
Yabancı gelinlerin Türkiye’deki hayatı, hem büyüleyici bir kültür buluşmasının hem de sabırla öğrenilen bir uyum sürecinin hikâyesidir. Çünkü Türkiye’de gelin olmak, sadece evlilik değil; bir geleneğe, bir aile sistemine, hatta bazen bir köyün tarihine dâhil olmak anlamına gelir. “El gelini” tabirinin içindeki mesafe duygusu, zamanla yerini kabul ve sevgiye bırakır.
Bu kadınlar Türkçeyi yavaş yavaş, çoğu zaman mutfakta öğrenirler. “Bir tutam tuz”un ne demek olduğunu, misafirlikte çayın nasıl “yarım” mı “açık” mı sorulacağını, ya da bayramlarda el öpmenin inceliklerini deneyimle yaşayarak keşfederler. Kimisi kendi kültüründen lezzetleri Türk mutfağına taşır, kimisi ise eşinin ailesine doğduğu ülkenin bayramlarını tanıtır.
Yabancı gelinlerin hikâyeleri, kültürel bir denge arayışını da yansıtır. Ne tam “yerli”dirler, ne de tamamen “yabancı”… İki dünyanın arasında kurdukları o köprü, Türkiye’nin modernleşen toplumsal yapısına sessiz ama derin bir katkı sunar. Çünkü onlar, aşkın yalnızca iki insan arasında değil; iki kültür arasında da yaşanabileceğini gösterir.
Peki siz ne düşünüyorsunuz?
Yabancı gelinlerin Türkiye’ye kattığı bu kültürel çeşitlilik sizce toplumun zenginleşmesi mi, yoksa geleneklerin dönüşümü mü?