Bir zamanlar sessiz bir Akdeniz kasabası olan Kızkalesi, belki de geleceğin en gözde tatil destinasyonlarından biri olmaya hazırlanıyor. Peki soralım: Bir gün Kızkalesi, Alaçatı kadar popüler olabilir mi?
Bugün Alaçatı, rüzgâr sörfüyle, taş sokaklarıyla ve butik otelleriyle Ege’nin bohem kalbini temsil ediyor. Oysa Kızkalesi, denizin ortasında süzülür gibi duran kalesiyle mitolojik bir siluet sunuyor — sanki Poseidon’un bile saklandığı bir sahne... Turizm açısından bakıldığında, bu tür bir doğal ve tarihî birleşim çok az yerde bulunur.
Geleceğe dönük bir senaryoda; Akdeniz kıyısında sürdürülebilir turizmi önceleyen yerel yönetimler, çevreci tesis yatırımları ve deniz altı tarihini sergileyen dalış rotalarıyla Kızkalesi’ni “Akdeniz’in Gizli Mücevheri” konumuna taşıyabilir. Belki 2035’te, sabahları bisikletliler kale manzarasında kahve içerken, akşamüstleri sahil boyunca caz tınıları yankılanır.

Elbette bu potansiyelin gerçekleşmesi yalnızca coğrafyanın değil, vizyonun da meselesi. Eğer Mersin kıyıları, Alaçatı’nın yaptığı gibi mimari kimliğini koruyarak modernleşirse; eğer küçük esnafın ruhu zincir markaların gölgesinde kaybolmazsa, Kızkalesi çok geçmeden “Akdeniz’in yeni Alaçatı’sı” olarak anılabilir.
Belki de 2040’ta insanlar “Bu yaz Alaçatı mı, Kızkalesi mi?” diye kararsız kalacak. Kim bilir? Deniz aynı, gökyüzü aynı; değişen tek şey insanın hayal gücü ve yönelimi.
Peki sizce Kızkalesi, geleceğin turizm yıldızı olmaya aday mı, yoksa Alaçatı’nın gölgesinde kalmaya mahkûm mu?
Bugün Alaçatı, rüzgâr sörfüyle, taş sokaklarıyla ve butik otelleriyle Ege’nin bohem kalbini temsil ediyor. Oysa Kızkalesi, denizin ortasında süzülür gibi duran kalesiyle mitolojik bir siluet sunuyor — sanki Poseidon’un bile saklandığı bir sahne... Turizm açısından bakıldığında, bu tür bir doğal ve tarihî birleşim çok az yerde bulunur.
Geleceğe dönük bir senaryoda; Akdeniz kıyısında sürdürülebilir turizmi önceleyen yerel yönetimler, çevreci tesis yatırımları ve deniz altı tarihini sergileyen dalış rotalarıyla Kızkalesi’ni “Akdeniz’in Gizli Mücevheri” konumuna taşıyabilir. Belki 2035’te, sabahları bisikletliler kale manzarasında kahve içerken, akşamüstleri sahil boyunca caz tınıları yankılanır.


Elbette bu potansiyelin gerçekleşmesi yalnızca coğrafyanın değil, vizyonun da meselesi. Eğer Mersin kıyıları, Alaçatı’nın yaptığı gibi mimari kimliğini koruyarak modernleşirse; eğer küçük esnafın ruhu zincir markaların gölgesinde kaybolmazsa, Kızkalesi çok geçmeden “Akdeniz’in yeni Alaçatı’sı” olarak anılabilir.
Belki de 2040’ta insanlar “Bu yaz Alaçatı mı, Kızkalesi mi?” diye kararsız kalacak. Kim bilir? Deniz aynı, gökyüzü aynı; değişen tek şey insanın hayal gücü ve yönelimi.
