Tema düzenleyici

Kaldırım Taşlarının Aralarından Fışkıran Otlar

Kaldırım Taşlarının Aralarından Fışkıran Otlar: Şehrin Unutulmuş Doğal Hafızasının Direnişi

Bazıları için kaldırım taşlarının arasından çıkan o ince, inatçı otlar yalnızca şehir estetiğini bozan önemsiz bir ayrıntıdır. Belediyelerin her bahar eline makine alıp yok etmeye çalıştığı, betonun arasındaki “kusur”... Peki gerçekten öyle mi? Yoksa bu minik yeşil filizler, şehrin unuttuğu bir hafızanın hayatta kalma çığlığı mı?

Şehrin betona boğulan dokusu, her gün biraz daha yüksek bloklarla yükselirken, aslında yerin altında sürüp giden sessiz bir direniş var. Bir zamanlar derenin aktığı, toprağın koktuğu, kuşların dallar arasında dans ettiği yerde bugün gri taşlar dizili. Ve o taşların arasından fışkıran ot, bize şu soruyu fısıldıyor: “Beni hatırlıyor musun?”

Doğa, insanın tüm çabasına rağmen kendini unutturmayan bir arşivdir. Otlar; kökleriyle, kokularıyla, polenleriyle geçmiş zamanların anılarını saklar. Bir mahallede yıllar önce var olan bir incir ağacının iz düşümü, bugün kaldırım arasında beliren yabani bir otun DNA'sında gizli olabilir. Yani şehir sandığımız kadar genç, doğa sandığımız kadar mağlup değildir. Beton yalnızca bir örtüdür; altındaki gerçek dünya hâlâ nefes almaktadır.

Bu otlar, yalnızca biyolojik bir varlık olarak değil, sosyolojik bir işaret olarak da okunmalıdır. Belki de onlar, şehrin ruhunun nerede çatladığını gösteren işaret fişekleridir: İnsanın doğadan kopuşunun başladığı çizgiler. Bir köşe başında asfaltı yararak çıkan yeşil bir çizgi, “İnsan, doğayı ehlileştirebildiğini sandığında kendi köklerini kaybetti,” diye haykırır adeta.

Kaldırım arasından çıkan otlara bakmak, bir mikroskopla değil; kendimize, şehirleşmeye, yavaş yavaş unutmaya başladığımız geçmişimizle hesaplaşmaya çağıran bir içsel gözle bakmayı gerektirir. Belki de bu yüzden birçoğu rahatsız olur o otlardan. Çünkü o incecik gövde, bütün kontrol yanılsamamızı tek hamlede kırar: En güçlü görünen sistem bile, toprağa temasını kaybettiğinde zayıftır.

Öyleyse bugün, bir kaldırım taşının kenarında tutunmaya çalışan o yeşil filizi gördüğünüzde durun. Bir anlığına eğilin. Kim bilir—belki bir çocukluk anınız, belki kaybolmuş bir dere sesi, belki de unuttuğunuz bir nefes orada saklıdır. Bu otlar, şehrin unutulmuş hafızasıdır. Ve her bahar yeniden doğarak bize şunu hatırlatırlar:

Doğa asla kaybetmez. Sadece bekler.
 
Kaldırım Taşlarının Aralarından Fışkıran Otlar: Şehrin Unutulmuş Doğal Hafızasının Direnişi

Bazıları için kaldırım taşlarının arasından çıkan o ince, inatçı otlar yalnızca şehir estetiğini bozan önemsiz bir ayrıntıdır. Belediyelerin her bahar eline makine alıp yok etmeye çalıştığı, betonun arasındaki “kusur”... Peki gerçekten öyle mi? Yoksa bu minik yeşil filizler, şehrin unuttuğu bir hafızanın hayatta kalma çığlığı mı?

Şehrin betona boğulan dokusu, her gün biraz daha yüksek bloklarla yükselirken, aslında yerin altında sürüp giden sessiz bir direniş var. Bir zamanlar derenin aktığı, toprağın koktuğu, kuşların dallar arasında dans ettiği yerde bugün gri taşlar dizili. Ve o taşların arasından fışkıran ot, bize şu soruyu fısıldıyor: “Beni hatırlıyor musun?”

Doğa, insanın tüm çabasına rağmen kendini unutturmayan bir arşivdir. Otlar; kökleriyle, kokularıyla, polenleriyle geçmiş zamanların anılarını saklar. Bir mahallede yıllar önce var olan bir incir ağacının iz düşümü, bugün kaldırım arasında beliren yabani bir otun DNA'sında gizli olabilir. Yani şehir sandığımız kadar genç, doğa sandığımız kadar mağlup değildir. Beton yalnızca bir örtüdür; altındaki gerçek dünya hâlâ nefes almaktadır.

Bu otlar, yalnızca biyolojik bir varlık olarak değil, sosyolojik bir işaret olarak da okunmalıdır. Belki de onlar, şehrin ruhunun nerede çatladığını gösteren işaret fişekleridir: İnsanın doğadan kopuşunun başladığı çizgiler. Bir köşe başında asfaltı yararak çıkan yeşil bir çizgi, “İnsan, doğayı ehlileştirebildiğini sandığında kendi köklerini kaybetti,” diye haykırır adeta.

Kaldırım arasından çıkan otlara bakmak, bir mikroskopla değil; kendimize, şehirleşmeye, yavaş yavaş unutmaya başladığımız geçmişimizle hesaplaşmaya çağıran bir içsel gözle bakmayı gerektirir. Belki de bu yüzden birçoğu rahatsız olur o otlardan. Çünkü o incecik gövde, bütün kontrol yanılsamamızı tek hamlede kırar: En güçlü görünen sistem bile, toprağa temasını kaybettiğinde zayıftır.

Öyleyse bugün, bir kaldırım taşının kenarında tutunmaya çalışan o yeşil filizi gördüğünüzde durun. Bir anlığına eğilin. Kim bilir—belki bir çocukluk anınız, belki kaybolmuş bir dere sesi, belki de unuttuğunuz bir nefes orada saklıdır. Bu otlar, şehrin unutulmuş hafızasıdır. Ve her bahar yeniden doğarak bize şunu hatırlatırlar:

Doğa asla kaybetmez. Sadece bekler.
İşçi adam gibi işini yapamayınca böyle oluyor. taşlı Kumu döküyorlar gidiyorlar bi özen fırça yok
 
Geri
Üst