Müziğin yalnızca notalardan değil, aynı zamanda kalpten, inançtan ve mücadeleden doğduğunu gösteren ender sanatçılardandı Harun Kolçak. 15 Temmuz 1955’te İstanbul’da dünyaya gelen Kolçak, sinema sanatçısı Eşref Kolçak’ın oğlu olarak hem sanatın gölgesinde büyüdü hem de onun gölgesinden çıkmayı başardı. Kendi sesini ararken kuşaklar boyunca yankılanacak şarkıların izini sürdü.
Harun Kolçak’ın müzikal serüveni, popun en parlak dönemlerinde başlamadı belki, ama onun sesi daima farklı bir tınıyla ayrıldı kalabalıktan. 1980’lerde Onno Tunç Orkestrası’nda bas gitar çalarak sahne tozunu yuttu. Müzisyenliğinin temellerini orada attı; arka planda başlamış bir yolculuk, kısa sürede ön saflara taşındı. 1991’de yayımladığı ilk solo albümü Beni Affet, sadece bir çıkış değil, aynı zamanda içsel bir patlamaydı. Şarkılarındaki lirizm, bir içsel hesaplaşmanın melodik dışavurumuydu.
Harun Kolçak’ı diğer pop yıldızlarından ayıran şey, sadece sesi değil, onunla birlikte getirdiği içsel derinlikti. Yalnızlığı, aşkı, kayıpları ve ruhani arayışları; sözlerinde ve duruşunda birer tema gibi belirirdi. Zamanla daha fazla mistik, daha fazla içe dönük oldu; sadece sahnede değil, yaşamın kendisinde de arayışa çıktı. Tasavvufi düşünceye olan ilgisi, şarkılarına ve söyleşilerine nüfuz etti. Bir sanatçının değil, bir arayıcının portresi belirdi.
2010’larda ağır sağlık sorunlarıyla mücadele etti. Kanserle olan savaşı, kamuoyunun gözleri önünde ama bir o kadar da metanetle sürdü. Acıyı gizlemedi; aksine insan olmanın bir parçası olarak gösterdi. 2016’da “Çeyrek Asır” albümüyle, müzikte geçen yirmi beş yılını anarken geçmişe değil, daima geleceğe bakan bir ifadeyle seslendi dinleyicilerine.
19 Temmuz 2017'de hayata veda ettiğinde arkasında sadece şarkılar değil, bir duruş, bir zarafet ve samimiyet bıraktı. Harun Kolçak, gösterişli magazin sayfalarında değil; sessiz odalarda dinlenen, hüzünle karışık umut taşıyan şarkılarda yaşamaya devam ediyor.
O, hayatı bir sahne gibi görmeyen, ama sahneyi hayatın içinden bir parça olarak algılayan ender sanatçılardandı. Ne şöhretin cazibesine kapıldı, ne de melankolinin içinde kayboldu. Harun Kolçak, bir ses olmaktan öte, bir ruhtu; tınısı hâlâ zamanın kıyısında çınlayan…
Harun Kolçak’ın müzikal serüveni, popun en parlak dönemlerinde başlamadı belki, ama onun sesi daima farklı bir tınıyla ayrıldı kalabalıktan. 1980’lerde Onno Tunç Orkestrası’nda bas gitar çalarak sahne tozunu yuttu. Müzisyenliğinin temellerini orada attı; arka planda başlamış bir yolculuk, kısa sürede ön saflara taşındı. 1991’de yayımladığı ilk solo albümü Beni Affet, sadece bir çıkış değil, aynı zamanda içsel bir patlamaydı. Şarkılarındaki lirizm, bir içsel hesaplaşmanın melodik dışavurumuydu.
Harun Kolçak’ı diğer pop yıldızlarından ayıran şey, sadece sesi değil, onunla birlikte getirdiği içsel derinlikti. Yalnızlığı, aşkı, kayıpları ve ruhani arayışları; sözlerinde ve duruşunda birer tema gibi belirirdi. Zamanla daha fazla mistik, daha fazla içe dönük oldu; sadece sahnede değil, yaşamın kendisinde de arayışa çıktı. Tasavvufi düşünceye olan ilgisi, şarkılarına ve söyleşilerine nüfuz etti. Bir sanatçının değil, bir arayıcının portresi belirdi.
2010’larda ağır sağlık sorunlarıyla mücadele etti. Kanserle olan savaşı, kamuoyunun gözleri önünde ama bir o kadar da metanetle sürdü. Acıyı gizlemedi; aksine insan olmanın bir parçası olarak gösterdi. 2016’da “Çeyrek Asır” albümüyle, müzikte geçen yirmi beş yılını anarken geçmişe değil, daima geleceğe bakan bir ifadeyle seslendi dinleyicilerine.
19 Temmuz 2017'de hayata veda ettiğinde arkasında sadece şarkılar değil, bir duruş, bir zarafet ve samimiyet bıraktı. Harun Kolçak, gösterişli magazin sayfalarında değil; sessiz odalarda dinlenen, hüzünle karışık umut taşıyan şarkılarda yaşamaya devam ediyor.
O, hayatı bir sahne gibi görmeyen, ama sahneyi hayatın içinden bir parça olarak algılayan ender sanatçılardandı. Ne şöhretin cazibesine kapıldı, ne de melankolinin içinde kayboldu. Harun Kolçak, bir ses olmaktan öte, bir ruhtu; tınısı hâlâ zamanın kıyısında çınlayan…