Anadolu’nun dört bir yanında asırlardır yaşatılan geleneklerden biri de gelin evinden kız alma merasimidir. Bu âdet, yalnızca bir düğün ritüeli değil, aynı zamanda kültürel hafızanın canlı bir yansımasıdır. Günümüzde modern şehirlerde bile hâlâ yaşatılan bu gelenek, geçmiş ile bugünü birbirine bağlayan görünmez bir köprü gibidir.
Düşünün; sabahın ilk ışıklarıyla gelin evinde bir telaş başlar. Kına gecesinin hüznü henüz taze, duvarlara sinmiş kahkahaların yankısı hâlâ duyulur. Ev, kırmızı kurdelelerle, süslerle, dualarla donatılır. Bir yanda gelinin çeyizi göz kamaştırır; sandıklar, işlemeli bohçalar, danteller ve el emeği göz nuru eşyalar adeta bir sergi gibi serilir.
Derken davul-zurna sesleri sokağı inletmeye başlar. Damadın ailesi ve yakınları, ellerinde bayraklarla, coşku ve neşeyle gelin evine doğru ilerler. Bu yürüyüş, hem bir mutluluk alayıdır hem de yeni bir hayatın kapısında çalınan manevî bir tokmak… Kapıya varıldığında, damat tarafı gelini teslim almak için içeri adım atar ama iş o kadar da kolay değildir. Çoğu yerde gelinin kardeşi ya da yakın akrabası kapıyı tutar; “bahşiş” ya da “kapı açma parası” vermeden damat tarafına izin verilmez. Bu küçük pazarlık, geleneğe tatlı bir oyun havası katar.
Sonunda kapı açılır ve gelin, başında kırmızı duvağıyla, boynunda nazarlığıyla, dualar eşliğinde evinden çıkarılır. O an, gözlerde hem sevinç hem hüzün vardır; çünkü kız evinden çıkan gelin, artık yeni hayatına, yeni yuvasına uğurlanmaktadır. Annenin gözlerinden süzülen yaş, babanın sessiz bakışları, kardeşlerin buruk tebessümleri bu törenin en dokunaklı anlarıdır.
Ardından konvoy eşliğinde gelin arabasına bindirilir, arkasından su dökülür ki gittiği yerde yolu açık, bahtı bereketli olsun. Zurnanın en neşeli havasıyla yol alınırken, ardında kalan evde ise bir boşluk, fakat aynı zamanda gururlu bir sevinç kalır.
Gelin evinden kız alma adeti, aslında bir vedanın en şenlikli hâlidir. Hem ayrılığın gözyaşını, hem kavuşmanın sevincini bir arada barındırır. İşte bu yüzden, Anadolu düğünlerinin en unutulmaz, en yürek burkan ve aynı zamanda en neşeli anlarından biridir.
Düşünün; sabahın ilk ışıklarıyla gelin evinde bir telaş başlar. Kına gecesinin hüznü henüz taze, duvarlara sinmiş kahkahaların yankısı hâlâ duyulur. Ev, kırmızı kurdelelerle, süslerle, dualarla donatılır. Bir yanda gelinin çeyizi göz kamaştırır; sandıklar, işlemeli bohçalar, danteller ve el emeği göz nuru eşyalar adeta bir sergi gibi serilir.
Derken davul-zurna sesleri sokağı inletmeye başlar. Damadın ailesi ve yakınları, ellerinde bayraklarla, coşku ve neşeyle gelin evine doğru ilerler. Bu yürüyüş, hem bir mutluluk alayıdır hem de yeni bir hayatın kapısında çalınan manevî bir tokmak… Kapıya varıldığında, damat tarafı gelini teslim almak için içeri adım atar ama iş o kadar da kolay değildir. Çoğu yerde gelinin kardeşi ya da yakın akrabası kapıyı tutar; “bahşiş” ya da “kapı açma parası” vermeden damat tarafına izin verilmez. Bu küçük pazarlık, geleneğe tatlı bir oyun havası katar.
Sonunda kapı açılır ve gelin, başında kırmızı duvağıyla, boynunda nazarlığıyla, dualar eşliğinde evinden çıkarılır. O an, gözlerde hem sevinç hem hüzün vardır; çünkü kız evinden çıkan gelin, artık yeni hayatına, yeni yuvasına uğurlanmaktadır. Annenin gözlerinden süzülen yaş, babanın sessiz bakışları, kardeşlerin buruk tebessümleri bu törenin en dokunaklı anlarıdır.
Ardından konvoy eşliğinde gelin arabasına bindirilir, arkasından su dökülür ki gittiği yerde yolu açık, bahtı bereketli olsun. Zurnanın en neşeli havasıyla yol alınırken, ardında kalan evde ise bir boşluk, fakat aynı zamanda gururlu bir sevinç kalır.
Gelin evinden kız alma adeti, aslında bir vedanın en şenlikli hâlidir. Hem ayrılığın gözyaşını, hem kavuşmanın sevincini bir arada barındırır. İşte bu yüzden, Anadolu düğünlerinin en unutulmaz, en yürek burkan ve aynı zamanda en neşeli anlarından biridir.