Tema düzenleyici

Beyoğlu'nun Pasajları: Şimdi Kafe Olan Eski Tuhafiyeci, Kitapçı, Atölyeler...

Emir

Moderatör
Albay
Katılım
19 Ara 2023
Mesajlar
5,245
Beğeni
11,603
Yaş
36
Konu sahibi
Beyoğlu Pasajları: O Eski Zaman Makinesi Artık Farklı Çalışıyor

Beyoğlu’nun pasajları benim için hep bir zaman makinesi gibiydi. İçeri adım attığında, şehrin o koşuşturmacasından çıkıp kendi içine kapalı, başka kuralları olan küçük dünyalara girerdim. Her pasajın bir ruhu, bir hikayesi, kendine ait bir ritmi vardı. Ama son yıllarda fark ettim ki, bu zaman makinelerinin kadranları başka bir çağa ayarlanmış. Ve maalesef, o eski zamanları geri getirmek için bir düğmesi yok.

Eski ile Yeni Arasındaki O Garip, Hüzünlü Dans

Bir pasaja şimdi girdiğimde, gözlerim hemen o tanıdık ama bir o kadar da yabancı manzaraya takılıyor. Açık tuğla duvarlar, Edison ampuller, İngilizce yazılı “specialty coffee” tabelaları… Hepsi güzel, hepsi “instagramlık” aslında. Ama sonra, oturduğum masanın ayağındaki, yılların iziyle aşınmış mermeri görüyorum. Ya da karşı duvarda, belki elli yıl önce bir ustanın el yazısıyla yazılmış bir raf numarasının silik izini… İşte o an, içimi garip bir sızı kaplıyor. Bu mekan, bana bir şeyler fısıldıyor ama ben onun dilini tam olarak anlayamıyorum sanki. Çünkü alt katmanlardaki hikaye, üstüne serilen bu yeni, pürüzsüz katmanla konuşamıyor. Sadece sessizce, inatla varlığını hatırlatıyor.

Unutamadığım O Koku ve Sesler

Beni en çok saran, kaybolan o duyusal dünya. Mesela, eskiden bir tuhafiyeye girdiğinde burnuna çarpan o özel kokuyu hatırlıyorum: Naftalin, yeni kumaş, toz ve ahşabın karışımı… Yan komşu kitapçıdan gelen o bayat, ama bir o kadar değerli eski kağıt kokusu… Şimdi ise her şey aynı: Taze çekilmiş kahve, tarçın, bazen de dezenfektan. Hepsi hoş kokular, kabul, ama hepsi aynı.

Sesler de öyle. Eskiden bir koridorda yürürken, her dükkandan farklı bir senfoni gelirdi kulağına: Daktilo tıkırtıları, makas sesi, terzi teyzenin makinesinin vızıltısı, bir radyodan yayılan cızırtılı bir şarkı, tezgahtarla müşterinin muhabbeti… Bunlar, orada yapıldığının, bir hayatın aktığının kanıtıydı. Şimdi ise her yer neredeyse sessiz. Ya da her yerde aynı, dikkatle seçilmiş “cafe vibe” playlistleri çalıyor. Her şey sorunsuz, problemsiz, süslü. Ama o samimi kaosun, o canlı gürültünün yerini hiçbir şey dolduramıyor.

Bir Uzmanlık Cennetinden, Birbirine Benzeyen Mekanlar Diyarına

Eskiden bir pasajın haritasını çıkarabilirdin: “Şu pasajda kitapçılar var, şu merdivenlerden çık, orada plakçılar ve müzik aleti tamircileri var, şu dar sokakçık ise düğmeci ve kumaşçılara çıkar.” Her dükkan bir hazineydi, sahibi ise o hazinenin bekçisi ve bilge kişisi. Ona sorardın, o da senin ne aradığını, belki de sen bile bilmeden, anlardı.

Bugün ise harita çok düz: Neredeyse her pasaj, aynı zincirin farklı kolları gibi. Bir kahveci, bir kokteyl barı, bir butik, bir “brunch” mekanı… Hepsi birbirinden şık, hepsi birbirinden “cool”. Ama hepsi aynı dilde konuşuyor, aynı estetiği satıyor. Özel olan, kişisel olan, uzmanlık gerektiren şeyler silinip gitmiş. Sanki kent, küresel bir alışveriş merkezinin “nostaljik” bölümüne dönüşmüş gibi.

Bu Sadece Geçmişe Özlem Değil, Geleceğe Dair Bir Endişe

Bunu söylerken, “Eski günler hep daha iyiydi” diye söylenmek istemiyorum. Hayır. Pasajların bakımsız, loş ve terk edilmeye yüz tuttuğu dönemleri de hatırlıyorum. Onların canlanması, insanların tekrar gelmesi güzel bir şey. Benim derdim, bu canlanmanın nasıl olduğuyla.

Bir pasaj sadece taş, cam ve beton değildir. Orada yaşanmış onlarca yılın anıları, yüzlerce insanın hikayesi, bir şehrin sosyal dokusunun küçük bir örneği vardır. O kitapçı kapandığında, sadece kitaplar taşınmaz; orada tanışılan insanlar, edinilen bilgiler, o mekanla kurulan duygusal bağ da yok olur. Bu, şehrin hafızasının silinmesi gibi bir şey.

Hâlâ Umut Veren Küçük İşaretler Var mı?

Evet, var. O koridorun en kuytu köşesinde, vitrini biraz kararmış, hâlâ direnen bir antikacı. Ya da bir üst katta, duvarları eski posterlerle kaplı, plak satan küçücük bir dükkan. Onlar, bu hızlı değişimin içinde tutunmaya çalışan, geçmişle aramızdaki son bağlardan bazıları. Onlara her rasgeldiğimde, içimde bir sevinç ve bir hüzün aynı anda doğuyor. “İyi ki hâlâ varsın,” diyorum.

Asıl Mesele, Biz Ne İstiyoruz?

Beyoğlu pasajları, aslında hepimizin önüne konmuş bir ayna. Biz, bir şehri nasıl yaşamak istiyoruz? Sadece tüketilen, fotoğraflanıp paylaşılan arka planlar olarak mı? Yoksa içinde hikayeler biriken, beklenmedik karşılaşmalara ev sahipliği yapan, hem geçmişi taşıyan hem de şimdiye nefes aldıran canlı organizmalar olarak mı?

Bu sorunun cevabı belediye binalarında ya da mimari projelerde değil. O pasajlarda zaman geçiren, oraları anlamlandıran bizlerde. Nereye para harcadığımızda, hangi mekanları sahiplendiğimizde, neyin “değerli” olduğuna dair tercihlerimizde gizli.

Bir daha bir pasajda kahvemi yudumlarken, o eski mermerin üzerindeki çiziğe bakıp, “Acaba buraya kim, ne zaman, nasıl bir heyecanla geldi?” diye düşüneceğim. Belki bu küçük merak, o kopmak üzere olan bağı tekrar kurmanın ilk adımıdır.
 
Geri
Üst