Tema düzenleyici

Blog

Eskiden sofraların yoksul ama gönlü zengin yemeğiydi tirit. Bugün ise adı sadece eski defterlerde, ninelerin anılarında ya da bir köy düğününde rastlanacak kadar unutulmuş durumda. Oysa tirit, Anadolu’nun mutfak tarihinde hem tasarrufun hem de paylaşmanın sembolüydü. Tirit, aslında “kuru ekmeğe can vermek” sanatıdır. Bayat ekmekleri çöpe atmak bir yana, onlardan doyurucu, nefis bir yemek çıkarma fikrinin en zarif örneğidir. Kaynar et suyunun ya da tavuk suyunun içinde yumuşayan ekmeklerin üzerine kavrulmuş et, soğan ve tereyağı dökülür; üzerine de mis gibi et suyu gezdirilir. Kokusu evin her köşesine yayıldığında, sofradaki sessizliği sadece kaşık sesleri bozar. Anadolu’nun her bölgesinde tiridin farklı bir hikâyesi vardır...
Karadeniz’in serin rüzgârları arasında yıllardır süregelen en tatlı rekabetin adı belli: Fındık Ezmesi Savaşları! Peki bu lezzetli yarışta kazanan kim? Giresun mu, Ordu mu? Türkiye’nin fındık başkentleri olarak bilinen bu iki şehir, sadece üretimde değil, fındık ezmesi lezzetinde de kıyasıya yarışıyor. Her biri kendi ürününü “en doğal”, “en kıvamlı”, “en aromatik” diye övüyor. Fakat işin gerçeği, her lokmada ayrı bir hikâye, ayrı bir damak izi yatıyor. 🍯 Giresun Fındık Ezmesi: Yağlı, Kremamsı ve Aromatik Giresun fındığı, dünyaca ünlü aroması ve yüksek yağ oranıyla tanınıyor. Bu da ezmeye hem ipeksi bir kıvam hem de zengin bir lezzet kazandırıyor. Geleneksel taş değirmenlerde, katkısız olarak hazırlanan Giresun fındık ezmesi, adeta...
Dünya üzerinde 600'den fazla zehirli yılan türü bulunuyor ve bunların bir kısmı ölümcül derecede tehlikeli. Peki, hangi yılanlar en zehirlileri? Nerelerde yaşarlar ve nasıl tanınabilirler? Bu başlık altında doğa severlerin, kampçıların ve belgesel tutkunlarının ilgisini çekecek bilgilerle dolu bir yılan dünyasına dalıyoruz! 🔍 En Zehirli Yılanlar Hangileri? İnland Taipan (Oxyuranus microlepidotus): Avustralya'da yaşayan bu yılan, dünyanın en zehirli kara yılanı olarak bilinir. Tek ısırığı, birkaç dakika içinde bir insanı öldürebilecek güce sahiptir. Kral Kobra (Ophiophagus hannah): Güneydoğu Asya’da yaşayan bu yılan, dünyanın en uzun zehirli yılanıdır. Zehri sinir sistemini çökertir ve hızlı etki eder. Mamba Türleri (özellikle Kara...
Bir zamanlar sabahın ilk ışıklarıyla uyanmak, pencereden süzülen güneşi yüzümüzde hissetmek bile kocaman bir mutluluktu. Sokaktan gelen simitçinin sesi, annemizin demlediği çayın kokusu, dostlarla paylaşılan kahkaha dolu bir akşam… Bunların her biri, ruhun minik hediyeleriydi bize. Fakat zamanla, o sade mutlulukların yerini bitmeyen bir telaş, ölçüsüz bir hırs ve sahte bir “başarı” kavramı aldı. Artık mutluluğu bir fincan kahvede değil, gösterişli paylaşımlarda; bir dost selamında değil, sahte beğenilerde arar olduk. Oysa mutluluk, hâlâ bir sokak kedisinin mırıltısında, yağmur sonrası toprak kokusunda, ya da hiç beklemediğin anda gelen bir “nasılsın” mesajında gizli… Biz sadece, o anları fark etmeyi unuttuk. Belki de sormamız gereken...
Modern çağın gürültüsü içinde, çoğumuzun cebinde para var ama ruhumuzda vakit yok. Kimileri için servet; rakamlarla ölçülen bir kudret, banka hesaplarının sessiz gücü… Kimileri içinse zaman; bir bardak çayın buharında kaybolan huzur, dost meclislerinde uzayan dakikalar, güneşin batışını seyretmenin zarif lüksü. Peki gerçekten hangisi zenginliktir: Cüzdandaki sayı mı, kalpteki sükûnet mi? Paranın büyüsü inkâr edilemez. Maddi güvence, konfor, fırsatlar ve özgürlük duygusu… Ancak paranın satın alamadığı bir şey var: an. O “şimdi”nin içinde kaybolan, bir daha geri gelmeyen vakit dilimleri. Vakit, tıpkı parmaklarımızın arasından kayan ince kum taneleri gibi, sessizce akıp gidiyor. Zaman, geri ödemesi olmayan tek borçtur; üstelik hepimiz...
Bir zamanlar mutfaklar, yalnızca karın doyurulan değil; duyuların dans ettiği, sabrın, emeğin ve sevginin yoğrulduğu kutsal alanlardı. Bakır tencerelerde ağır ağır pişen yemeklerin kokusu, mahallenin sokaklarına kadar taşar; komşuluk, paylaşma ve hatırın kokusu birbirine karışırdı. Oysa bugün, raf ömrü uzasın diye kimyasal maskeler takılmış endüstriyel tatlar, sofralarımıza sinsice sızıyor. Artık domatesin bile mevsimi kalmadı; her mevsim aynı plastik kırmızılıkla karşımıza çıkıyor. Oysa bir yaz domatesinin kokusunu, güneşte kuruyan bir biberin ruhunu hangi fabrika yakalayabilir ki? Market raflarında sergilenen ambalajlı “lezzetler”, bizi kolaylığa, hızın büyüsüne alıştırırken; yemek yapma ritüelinin kendisini — o sabırla kavrulan...
Unutulan Deniz Ürünleri Tarifleri: 60’lardan Günümüze
Bir zamanlar sahil kasabalarının mutfaklarından yükselen iyot kokusu, taze limonun asidik tınısıyla karışır, tavalarda çıtırdayan mezgit sesine martı çığlıkları eşlik ederdi. Bugün o tariflerin çoğu, eski balıkçıların ağlarına dolanmış birer hatıra gibi, hafızalardan denizin dibine süzülmüş durumda. 1960’ların İstanbul’unda, Karaköy balıkhanesinden alınan koca bir kırlangıçla yapılan “kırlangıç buğulama”, şimdilerde menülerde yer bulamayan bir efsane gibiydi. Ege kıyılarında ise “ahtapot salması” sofraların gözdesiydi. Kayalarda sabırla dövülen ahtapot, zeytinyağında kısık ateşte mühürlenir, üzerine sirke gezdirilirdi. Balıkçılar buna “denizin çivisi” derdi; çünkü bir kere yediniz mi, o tadı bir ömür unutamazdınız. Bir de...
COVID-19 pandemisinin etkileri Dünya genelinde büyük ölçüde kontrol altına alınmış olsa da virüsün geçirdiği çeşitli mutasyonlar, zaman zaman yeni varyantların ortaya çıkmasına yol açıyor. Son günlerde gündemde olan “Frankenstein varyantı” da bunlardan biri. Frankenstein Varyantının Belirtileri Nelerdir? Frankenstein varyantı, Omicron kökenli alt varyantların genetik olarak birleşmesiyle ortaya çıkan yeni bir COVİD-19 varyantıdır. Bu tür varyantlar, tek bir mutasyon sonucunda değil, birden fazla virüs türünün genetik materyallerini birleştirmesiyle oluşur. Bilim insanları bu süreci “rekombinasyon” olarak adlandırır. Bu nedenle Frankenstein varyantı hibrit bir yapıya sahiptir. Adını Mary Shelley’nin ünlü romanındaki “birden fazla...
Toros Dağları’nın serin yamaçlarında, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte doğa adeta bir sofra kurar. Havanın içinde taze ot kokusu, uzaktan gelen çan sesleri ve kekik rüzgârının baş döndüren aroması vardır. İşte bu coğrafyanın gizli lezzet üçlüsü: keçi peyniri, bal ve kekik... Bu üçlünün hikâyesi aslında bir doğa dengesi gibidir. Torosların özgür keçileri, dağların en yüksek yerlerinde yetişen yabani kekiklerle beslenir; bu da peynirlerine benzersiz bir aroma, neredeyse dağın ruhunu verir. Bu peynirin yanında yöresel kovanlardan süzülen, karanlık amber tonlarında Toros balı, tatlı ile tuzlu arasındaki o efsunlu köprüyü kurar. Üçüncü dokunuş ise, güneşin altında kurutulmuş bir tutam dağ kekiği… Hem peynirin tuzunu taşır, hem balın...
Magazin Haberleri
Ünlülerin yaşamlarından haberleri, kesitleri bu başlık altında paylaşabilirsiniz. Cem Davran en yakın arkadaşı Hakan Gerçek ile birlikte yemek yedi. Yıllara meydan okuyan dostlukları ile tanınan kanka lafını dilimize pelesenk etmeleri ile tanınan, ruhsar dizisinde bir zamanlar seyirciye neşeli anlar yaşatan bu iki değerli oyuncuyu oldukça beğenirim. Alıntı: Cem Davran instagram hesabı
CNC Tezgah Modelleri ve Fiyatları
CNC (Computer Numerical Control) tezgahlar, üretim dünyasının dijital dönüşümdeki en kritik halkalarından biri haline geldi. İster talaşlı imalat, ister ahşap işleme veya kalıpçılık olsun; doğru CNC modelini seçmek hem verimliliği hem de kârlılığı doğrudan etkiliyor. Bu başlıkta farklı CNC tezgah modelleri ve fiyat aralıklarını mukayeseli olarak ele alalım. ⚙️ 1. CNC Torna Tezgahları Kullanım Alanı: Metal parçaların dairesel işlemleri, seri üretim. Popüler Markalar: Haas, Doosan, Mazak, Goodway. Fiyat Aralığı: Giriş seviyesi: 400.000 – 800.000 TL Orta segment: 1.000.000 – 2.500.000 TL Endüstriyel üst sınıf: 3.000.000 TL ve üzeri Avantaj: Hızlı üretim, yüksek hassasiyet. Dezavantaj: Bakım maliyetleri yüksek, programlama...
Malta'da Gezilecek Yerler
Malta, tarihi ve doğal güzellikleriyle turistleri cezbeden bir Akdeniz ülkesidir. Malta’da gezilecek birçok yer var, ancak en popülerlerinden bazıları şunlardır: Valletta: Malta’nın başkenti Valletta, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan bir şehirdir. Tarihi surlarla çevrili şehirde, Aziz John Katedrali, Büyük Üstatlar Sarayı ve Barrakka Bahçeleri gibi birçok tarihi ve turistik yer bulunmaktadır. Alıntı: By Mandyy88 - Own work, CC BY-SA 4.0, File:St Sebastian Curtain (cropped).jpg - Wikimedia Commons Mdina: Malta’nın eski başkenti Mdina, “Sessiz Şehir” olarak da bilinir. Orta Çağ’dan kalma surlarla çevrili şehirde, Mdina Katedrali, St. Paul Katedrali ve Mdina Dungeons gibi birçok tarihi ve turistik yer bulunmaktadır. Alıntı...
Dijital devrimlerin ardından ufukta parlayan yeni bir çağ var: Endüstri 5.0, yani insan ve makinenin ortak akıl çağı. Bu dönem, soğuk metalin sıcak insan zekâsıyla el ele verdiği, teknolojinin artık rakip değil, bir yol arkadaşı olduğu dönemi temsil ediyor. Sanayi 4.0 bize otomasyonu, büyük veriyi ve yapay zekâyı getirmişti. Ancak Endüstri 5.0, insanın yaratıcılığını merkeze alan daha derin bir felsefeyle karşımıza çıkıyor. Artık fabrikalarda yalnızca robotların dans ettiği bir üretim değil, insan sezgisiyle makinelerin hassasiyetinin birleştiği bir üretim senfonisi dinliyoruz. Bu yeni dönemin temel ilkeleri arasında insan merkezlilik, sürdürülebilirlik ve dayanıklılık öne çıkıyor. Yapay zekâ artık yalnızca verimlilik için değil...
Türkiye’de Yaşayan Yabancı Gelinler
Türkiye’nin renkli mozaik yapısında, artık sadece Anadolu’nun köy düğünleri değil; farklı kıtalardan gelen gelinlerin hikâyeleri de yankılanıyor. Japonya’dan gelen bir gelin Kapadokya’da sabah kahvaltısında gözleme açmayı öğreniyor, Ukrayna’dan gelen bir diğeri Ege’nin zeytinliklerinde hayat kuruyor, Brezilyalı bir gelin ise Karadeniz’in sisli dağ köylerinde tulum eşliğinde horon oynamayı keşfediyor. Yabancı gelinlerin Türkiye’deki hayatı, hem büyüleyici bir kültür buluşmasının hem de sabırla öğrenilen bir uyum sürecinin hikâyesidir. Çünkü Türkiye’de gelin olmak, sadece evlilik değil; bir geleneğe, bir aile sistemine, hatta bazen bir köyün tarihine dâhil olmak anlamına gelir. “El gelini” tabirinin içindeki mesafe duygusu, zamanla...
Türkiye’de Yaşayan Yabancı Damatlar
Türkiye’nin sıcak misafirperverliği, baharatlı sofraları ve duygu dolu insan ilişkileri, kimi zaman sadece turistleri değil; kalbini burada bırakan yabancı damatları da kendine çekiyor. Son yıllarda Anadolu’nun farklı köşelerinde, kimi Norveçli bir müzisyen, kimi Hintli bir yazılım mühendisi, kimi de Latin Amerika’dan gelen bir dans eğitmeni… Hepsi, “aşkın dili evrenseldir” sözünü adeta yeniden yazıyor. Bu yabancı damatlar, sadece bir ülkeye değil, aynı zamanda çok katmanlı bir kültüre de dahil oluyorlar. Çay ikramının inceliğini, kayınvalidenin sessiz diplomasi gücünü, mahalle esnafının samimi sohbetini zamanla öğreniyorlar. Kimisi Ramazan’da davul sesleriyle uyanıyor, kimisi bayram sabahı el öpmeyi bir ritüel haline getiriyor...
Bu başlık altınta gerçekler ile bağdaşmayan ama hit uğruna gösterişli manşetlerle asılsız haberler ve fotoğraflarla vatandaşları yanıltan yayınların içeriklerini paylaşabilirsiniz. Yalan haber ve çarpıtmaları asla sevmem. Birileri ekşisözlük Mersin başlığında son mesajda Mersin'de kuduz vakaları varmış gibi bir algı yaratmış ama paylaştığı linkin içeriğine baktığımızda sadece temkinli olunması konusunda bir detay var. Sosyal medyayı kötüye kullananlara geçit verilmemeli.
Dünyada öyle yerler var ki, haritaya baktığınızda bir noktadan ibaret… Oysa o küçük noktanın içinde yüzlerce yıllık gelenek, doğayla kurulan kadim bir bağ ve modern dünyadan izole bir yaşam sürüyor. Bu köyler, “yalnızlık” kavramını yeniden tanımlıyor. 📍 Supai – Amerika Birleşik Devletleri (Arizona): Grand Canyon’un derinliklerinde yer alan Supai Köyü’ne ne arabayla ne de trenle ulaşmak mümkün. Sadece helikopterle ya da uzun bir yürüyüşle varılabiliyor. Postalar hâlâ katırlarla taşınıyor; bu yönüyle Amerika’nın en izole yerleşimi kabul ediliyor. 🏔️ Oymyakon – Rusya (Sibirya) Dünyanın en soğuk yerleşimlerinden biri. Termometreler -70°C’yi gördüğünde bile yaşam devam ediyor. Oymyakonlular için donmuş toprak, yaşamın doğal bir parçası…...
Bir an durup düşünelim… Platon’un İdealar Dünyası öğretisi, iki bin beş yüz yıl öncesinden bugünün “sanal” gerçekliğini sezmiş olabilir mi? O, duyularla algıladığımız dünyayı bir “gölge”, bir “yansıma”, bir “kusurlu taklit” olarak nitelendiriyordu. Gerçek olan ise, yalnızca zihnin kavrayabileceği o saf, soyut idealar âlemiydi. Bugün elimizdeki sanal gözlükleri taktığımızda, aynı felsefi paradoksun içindeyiz aslında: Gerçek sandığımız şey, piksellerin, algoritmaların ve ışığın oyunundan ibaret. Platon’un mağara alegorisini hatırlayalım. Zincire vurulmuş insanlar, duvara yansıyan gölgeleri “gerçek” sanırlar. Onlardan biri zincirlerinden kurtulup dışarı çıktığında, hakikatin gölgelerde değil, güneşin aydınlattığı dünyada olduğunu fark...

Yakınlarda Çevrimiçi Olanlar

Geri
Üst