Sinemanın öykü merkezli kurgusu, seyirciyi belli bir zaman akışına, dramatik yapıya ve karakter gelişimine bağlarken; video art, izleyiciyi bu zincirlerden özgürleştirir. Sinema genellikle “başlangıç–gelişme–sonuç” üçlüsünün büyülü geometrisiyle ilerlerken, video art bu düzeni bozarak bambaşka bir anlatı evreni yaratır.
Video art’ta hikâye çoğu zaman parçalanmış, dağınık ve tekrarlarla örülmüştür. Bu kırık dökük anlatım, izleyiciyi pasif bir seyirci olmaktan çıkarır; anlamı yeniden kurmaya, kendi bilinç akışını işin içine katmaya davet eder. Sinemada kamera, hikâyeyi aktaran bir araçken; video art’ta kamera doğrudan anlatının kendisine dönüşür, bir “ayna” ya da “beden” gibi işlev görür.
Bir film seyrederken zamanın akışı yönetmen tarafından belirlenir; fakat video art’ta zaman esnek, döngüsel, hatta bazen tekinsizdir. Uzayan bir sessizlik, tekrar eden bir jest, bozulmuş bir görüntü… Bunlar izleyiciyi rahatsız etse de, aynı zamanda farkındalığa sürükler. Anlatının merkezinde olay örgüsü değil, deneyim vardır.
Bu bağlamda video art, sinemanın dramatik kurallarına meydan okuyan bir sanat formudur. Kendi anlatı dünyasını “boşluklar”, “tekinsizlikler” ve “izleyiciyle kurulan doğrudan ilişki” üzerinden kurar. Sinemanın büyülü illüzyon perdesinden ayrılarak, daha kişisel, daha sorgulayıcı ve daha deneysel bir alan açar.
Peki sizce; video art’ın bu özgür ve deneysel doğası, günümüz seyircisini sinemanın alışılageldik hikâye kalıplarından koparabilir mi? Yoksa sinemanın güçlü dramatik yapısı hâlâ karşısında sarsılmaz bir üstünlüğe mi sahip?
Video art’ta hikâye çoğu zaman parçalanmış, dağınık ve tekrarlarla örülmüştür. Bu kırık dökük anlatım, izleyiciyi pasif bir seyirci olmaktan çıkarır; anlamı yeniden kurmaya, kendi bilinç akışını işin içine katmaya davet eder. Sinemada kamera, hikâyeyi aktaran bir araçken; video art’ta kamera doğrudan anlatının kendisine dönüşür, bir “ayna” ya da “beden” gibi işlev görür.
Bir film seyrederken zamanın akışı yönetmen tarafından belirlenir; fakat video art’ta zaman esnek, döngüsel, hatta bazen tekinsizdir. Uzayan bir sessizlik, tekrar eden bir jest, bozulmuş bir görüntü… Bunlar izleyiciyi rahatsız etse de, aynı zamanda farkındalığa sürükler. Anlatının merkezinde olay örgüsü değil, deneyim vardır.
Bu bağlamda video art, sinemanın dramatik kurallarına meydan okuyan bir sanat formudur. Kendi anlatı dünyasını “boşluklar”, “tekinsizlikler” ve “izleyiciyle kurulan doğrudan ilişki” üzerinden kurar. Sinemanın büyülü illüzyon perdesinden ayrılarak, daha kişisel, daha sorgulayıcı ve daha deneysel bir alan açar.
Peki sizce; video art’ın bu özgür ve deneysel doğası, günümüz seyircisini sinemanın alışılageldik hikâye kalıplarından koparabilir mi? Yoksa sinemanın güçlü dramatik yapısı hâlâ karşısında sarsılmaz bir üstünlüğe mi sahip?