Eskiden sofraların yoksul ama gönlü zengin yemeğiydi tirit. Bugün ise adı sadece eski defterlerde, ninelerin anılarında ya da bir köy düğününde rastlanacak kadar unutulmuş durumda. Oysa tirit, Anadolu’nun mutfak tarihinde hem tasarrufun hem de paylaşmanın sembolüydü.
Tirit, aslında “kuru ekmeğe can vermek” sanatıdır. Bayat ekmekleri çöpe atmak bir yana, onlardan doyurucu, nefis bir yemek çıkarma fikrinin en zarif örneğidir. Kaynar et suyunun ya da tavuk suyunun içinde yumuşayan ekmeklerin üzerine kavrulmuş et, soğan ve tereyağı dökülür; üzerine de mis gibi et suyu gezdirilir. Kokusu evin her köşesine yayıldığında, sofradaki sessizliği sadece kaşık sesleri bozar.
Anadolu’nun her bölgesinde tiridin farklı bir hikâyesi vardır. Kastamonu’da kemikli etle yapılır, Konya’da haşlanmış etin suyu başroldedir, Doğu’da ise kimi zaman yoğurtla buluşur. Ancak ortak payda hep aynıdır: “Emeğe ve nimete saygı.” Eskiden evlerde ekmek kutsaldı; bayatladığında bile çöpe atılmaz, tiritle ölümsüzleşirdi.
Bugün modern mutfaklarda, fast-food zincirlerinde tiridin adı bile geçmiyor. Oysa “sıfır atık” anlayışı yeniden popüler olurken, tirit gibi yemeklerin değeri yeniden parlamalı. Çünkü tirit sadece bir yemek değildir; Anadolu insanının yokluktan lezzet yaratma becerisinin, israf karşısındaki bilincinin canlı bir hatırasıdır.
Belki de şimdi, eski tarif defterlerini karıştırmanın, tiritin o sade ama derin hikâyesini yeniden sofralara davet etmenin zamanı geldi. Siz hiç gerçek bir tiritin kokusunu hatırlıyor musunuz?
Tirit, aslında “kuru ekmeğe can vermek” sanatıdır. Bayat ekmekleri çöpe atmak bir yana, onlardan doyurucu, nefis bir yemek çıkarma fikrinin en zarif örneğidir. Kaynar et suyunun ya da tavuk suyunun içinde yumuşayan ekmeklerin üzerine kavrulmuş et, soğan ve tereyağı dökülür; üzerine de mis gibi et suyu gezdirilir. Kokusu evin her köşesine yayıldığında, sofradaki sessizliği sadece kaşık sesleri bozar.
Anadolu’nun her bölgesinde tiridin farklı bir hikâyesi vardır. Kastamonu’da kemikli etle yapılır, Konya’da haşlanmış etin suyu başroldedir, Doğu’da ise kimi zaman yoğurtla buluşur. Ancak ortak payda hep aynıdır: “Emeğe ve nimete saygı.” Eskiden evlerde ekmek kutsaldı; bayatladığında bile çöpe atılmaz, tiritle ölümsüzleşirdi.
Bugün modern mutfaklarda, fast-food zincirlerinde tiridin adı bile geçmiyor. Oysa “sıfır atık” anlayışı yeniden popüler olurken, tirit gibi yemeklerin değeri yeniden parlamalı. Çünkü tirit sadece bir yemek değildir; Anadolu insanının yokluktan lezzet yaratma becerisinin, israf karşısındaki bilincinin canlı bir hatırasıdır.
Belki de şimdi, eski tarif defterlerini karıştırmanın, tiritin o sade ama derin hikâyesini yeniden sofralara davet etmenin zamanı geldi. Siz hiç gerçek bir tiritin kokusunu hatırlıyor musunuz?