Muhterem Tekirdağ sevdalıları, şehrin güzide fertleri!
Geliniz, bugün bu kadim Trakya toprağının, bu bereketli bağlar diyarının üzerine bir nebze düşünelim. Hepimizin yüreğinde ayrı bir yeri olan, ciğerlerimizi temiz havasıyla doldurduğumuz, güneşini ensemizde hissettiğimiz bu şehri konuşalım. Lakin bu sefer, onun güzide özelliklerini değil, belki de üzerine koca bir şal gibi örtülmüş, gelişimini geciktiren en büyük eksikliğini masaya yatıralım.
Evet, Tekirdağ; rakısıyla, köftesiyle, tarımsal zenginliğiyle ve sanayisiyle anılır. Marmara'nın incisi, Trakya'nın gururudur. Fakat bir şehri sadece maddi kazanımlarıyla tanımlamak, onun ruhunu görmezden gelmek olmaz mı? Bana kalırsa Tekirdağ'ın en büyük eksiği, bir "kültür-sanat rönesansından" mahrum oluşudur.
Bir "Kültür ve Sanat Rönesansı" Eksikliği
Şehrin kalbinde dolaşan her vatandaş, bu yoksunluğun ayak seslerini duyabilir. Evet, bir Namık Kemal Evi'miz var, lakin bu değer, şehrin tamamına sirayet edecek, onu sarmalayacak bir kültür iklimine dönüşememiş durumda. Tekirdağ, adeta "var olan" ile "olması gereken" arasında sıkışıp kalmış bir kimlik bocalaması yaşıyor.
Düşününüz:
Bir "Entelektüel Atmosfer" Açığı
Bu eksiklik, sadece fiziki mekanlarla sınırlı değil. Daha derinde, bir "entelektüel atmosfer" eksikliği yatıyor. Şehirde, fikirlerin özgürce çarpıştığı, edebiyatın, felsefenin, sanatın tartışıldığı kitap kafeler, kültür evleri veya bağımsız sahaf sayısı yok denecek kadar az. Bu da kaçınılmaz olarak, şehrin sosyal dokusunu etkiliyor. İnsanları bir araya getiren, onları düşündüren, sorgulatan ve nihayetinde geliştiren bu tür ortamların yokluğu, şehrin ruhuna ket vuruyor.
Sonuç Yerine: Çağrı
Belki de Tekirdağ'ın en büyük eksiği, bir "metropol olmama rahatlığı" içinde, "il olmanın" getirdiği statükoyu kabullenmiş olmasıdır. Oysa o, potansiyeli çok daha yüksek bir inci gibidir. Üniversitesi, genç nüfusu, coğrafi konumu ve tarihi birikimiyle muazzam bir kültür-sanat hamlesinin eşiğinde duruyor. Eksik olan, bu hamleyi tetikleyecek irade, yatırım ve en önemlisi, bu konudaki toplumsal talep ve ısrardır.
Peki sizce durum nedir? Tekirdağ'ın en büyük eksiği gerçekten de bir kültür-sanat rönesansından yoksun oluşu mudur? Yoksa siz, benim bu tespitimi havai bulup, şehrin asıl eksiğinin "daha modern bir ulaşım ağı", "daha yeşil ve düzenli bir kent planlaması" veya "daha güçlü bir yüksek teknoloji sanayisi" olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Düşüncelerinizi, tenkitlerinizi, katkılarınızı bekliyorum. Çünkü bir şehri sevmek, onun kusurlarını da görerek, onu daha güzele evriltebilmek için çaba göstermektir.
Saygılarımla.
Geliniz, bugün bu kadim Trakya toprağının, bu bereketli bağlar diyarının üzerine bir nebze düşünelim. Hepimizin yüreğinde ayrı bir yeri olan, ciğerlerimizi temiz havasıyla doldurduğumuz, güneşini ensemizde hissettiğimiz bu şehri konuşalım. Lakin bu sefer, onun güzide özelliklerini değil, belki de üzerine koca bir şal gibi örtülmüş, gelişimini geciktiren en büyük eksikliğini masaya yatıralım.
Evet, Tekirdağ; rakısıyla, köftesiyle, tarımsal zenginliğiyle ve sanayisiyle anılır. Marmara'nın incisi, Trakya'nın gururudur. Fakat bir şehri sadece maddi kazanımlarıyla tanımlamak, onun ruhunu görmezden gelmek olmaz mı? Bana kalırsa Tekirdağ'ın en büyük eksiği, bir "kültür-sanat rönesansından" mahrum oluşudur.
Bir "Kültür ve Sanat Rönesansı" Eksikliği
Şehrin kalbinde dolaşan her vatandaş, bu yoksunluğun ayak seslerini duyabilir. Evet, bir Namık Kemal Evi'miz var, lakin bu değer, şehrin tamamına sirayet edecek, onu sarmalayacak bir kültür iklimine dönüşememiş durumda. Tekirdağ, adeta "var olan" ile "olması gereken" arasında sıkışıp kalmış bir kimlik bocalaması yaşıyor.
Düşününüz:
- Kaç tane, insanın ruhuna dokunan, ulusal çapta ses getiren, bağımsız bir sinema salonumuz var?
- Kaç tane, sergileriyle konuşulan, genç yeteneklere kucak açan, sadece bir galeri olmanın ötesine geçen çağdaş bir sanat galerimiz mevcut?
- Tiyatro festivalleri, edebiyat buluşmaları, caz konserleri... Bunların kaçı Tekirdağ'ın adıyla anılıyor? İstanbul'un, İzmir'in gölgesinde kalmaktan öteye gidebiliyor muyuz?
Bir "Entelektüel Atmosfer" Açığı
Bu eksiklik, sadece fiziki mekanlarla sınırlı değil. Daha derinde, bir "entelektüel atmosfer" eksikliği yatıyor. Şehirde, fikirlerin özgürce çarpıştığı, edebiyatın, felsefenin, sanatın tartışıldığı kitap kafeler, kültür evleri veya bağımsız sahaf sayısı yok denecek kadar az. Bu da kaçınılmaz olarak, şehrin sosyal dokusunu etkiliyor. İnsanları bir araya getiren, onları düşündüren, sorgulatan ve nihayetinde geliştiren bu tür ortamların yokluğu, şehrin ruhuna ket vuruyor.
Sonuç Yerine: Çağrı
Belki de Tekirdağ'ın en büyük eksiği, bir "metropol olmama rahatlığı" içinde, "il olmanın" getirdiği statükoyu kabullenmiş olmasıdır. Oysa o, potansiyeli çok daha yüksek bir inci gibidir. Üniversitesi, genç nüfusu, coğrafi konumu ve tarihi birikimiyle muazzam bir kültür-sanat hamlesinin eşiğinde duruyor. Eksik olan, bu hamleyi tetikleyecek irade, yatırım ve en önemlisi, bu konudaki toplumsal talep ve ısrardır.
Peki sizce durum nedir? Tekirdağ'ın en büyük eksiği gerçekten de bir kültür-sanat rönesansından yoksun oluşu mudur? Yoksa siz, benim bu tespitimi havai bulup, şehrin asıl eksiğinin "daha modern bir ulaşım ağı", "daha yeşil ve düzenli bir kent planlaması" veya "daha güçlü bir yüksek teknoloji sanayisi" olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Düşüncelerinizi, tenkitlerinizi, katkılarınızı bekliyorum. Çünkü bir şehri sevmek, onun kusurlarını da görerek, onu daha güzele evriltebilmek için çaba göstermektir.
Saygılarımla.