Kastamonu tarihin tozlu sayfalarında saklı, Anadolu’nun kadim ruhunu hâlâ içinde taşıyan şehirlerden biri. Ancak ne yazık ki bu köklü mirasın en zarif parçalarından biri olan taş baskı sanatı, modern dünyanın hızlı tüketim rüzgârları arasında silinmeye yüz tutmuş durumda. Eskiden her hanede, her çarşı köşesinde taş kokusu, boya lekesi ve sabırla yoğrulmuş el emeği vardı. Bugünse bu kadim sanatın yerini plastik kalıplar, fabrikasyon desenler ve seri üretim alıyor.
Kastamonu’nun taş baskı sanatı, sadece kumaş üzerine desen basmak değil; bir yaşam felsefesi, bir sessiz sabır sanatıdır. Ustalar, ahşap kalıplara kazıdıkları motifleri doğal boyalarla bezlerin üzerine işlerken, her darbede bir duyguyu, bir hikâyeyi aktarırdı. “El emeği göz nuru” sözünün vücut bulmuş hâliydi bu desenler. Ancak bugün bu ustaların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Yeni kuşak, dijital desenlerin cazibesine kapılırken, Kastamonu’nun kültürel belleği sessizce eriyor.
Kastamonu’nun el emeği kültürü, taş baskının ötesinde; dokuma, ahşap oymacılığı, bakırcılık ve keten işçiliğiyle de bir kültürel mozaiğin parçaları gibidir. Ancak bu zanaatlar da artık vitrinlerde değil, müze köşelerinde yaşamaya mecbur kalıyor. Oysa bu sanatlar sadece geçmişin bir yansıması değil, aynı zamanda geleceğe bırakılacak estetik bir mirastır.
Yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları zaman zaman bu gelenekleri yaşatmak için atölye çalışmaları, festivaller ve sergiler düzenliyor. Fakat asıl mesele, bu sanatların günlük yaşama yeniden entegre edilmesi. Gençlerin bu mirası bir “hobi” değil, bir “yaşam biçimi” olarak benimsemesi gerekiyor. Çünkü bir toplumun kimliği, ellerinin ürettiğiyle ve ruhunun yansıttığıyla yaşar.
Belki de artık şu soruyu sormanın zamanı geldi:
Modernliğin gölgesinde kaybolan bu el emeği geleneği yeniden canlandırmak için biz ne yapıyoruz? Kastamonu’nun taş baskı desenleri yalnızca geçmişi mi anlatmalı, yoksa geleceğin kumaşına da iz mi bırakmalı?
Sonuç olarak, taş baskı sanatı ve Kastamonu’nun el emeği kültürü, sadece nostaljik bir hatıra değil; Anadolu’nun ruhunu yaşatan bir değerler zinciridir. Bu zinciri kırmadan, ustaların ellerinden bugünün gençlerine uzatmak hepimizin kültürel sorumluluğudur.
Kastamonu’nun taş baskı sanatı, sadece kumaş üzerine desen basmak değil; bir yaşam felsefesi, bir sessiz sabır sanatıdır. Ustalar, ahşap kalıplara kazıdıkları motifleri doğal boyalarla bezlerin üzerine işlerken, her darbede bir duyguyu, bir hikâyeyi aktarırdı. “El emeği göz nuru” sözünün vücut bulmuş hâliydi bu desenler. Ancak bugün bu ustaların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Yeni kuşak, dijital desenlerin cazibesine kapılırken, Kastamonu’nun kültürel belleği sessizce eriyor.
Kastamonu’nun el emeği kültürü, taş baskının ötesinde; dokuma, ahşap oymacılığı, bakırcılık ve keten işçiliğiyle de bir kültürel mozaiğin parçaları gibidir. Ancak bu zanaatlar da artık vitrinlerde değil, müze köşelerinde yaşamaya mecbur kalıyor. Oysa bu sanatlar sadece geçmişin bir yansıması değil, aynı zamanda geleceğe bırakılacak estetik bir mirastır.
Yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları zaman zaman bu gelenekleri yaşatmak için atölye çalışmaları, festivaller ve sergiler düzenliyor. Fakat asıl mesele, bu sanatların günlük yaşama yeniden entegre edilmesi. Gençlerin bu mirası bir “hobi” değil, bir “yaşam biçimi” olarak benimsemesi gerekiyor. Çünkü bir toplumun kimliği, ellerinin ürettiğiyle ve ruhunun yansıttığıyla yaşar.
Belki de artık şu soruyu sormanın zamanı geldi:
Modernliğin gölgesinde kaybolan bu el emeği geleneği yeniden canlandırmak için biz ne yapıyoruz? Kastamonu’nun taş baskı desenleri yalnızca geçmişi mi anlatmalı, yoksa geleceğin kumaşına da iz mi bırakmalı?
Sonuç olarak, taş baskı sanatı ve Kastamonu’nun el emeği kültürü, sadece nostaljik bir hatıra değil; Anadolu’nun ruhunu yaşatan bir değerler zinciridir. Bu zinciri kırmadan, ustaların ellerinden bugünün gençlerine uzatmak hepimizin kültürel sorumluluğudur.