Küçük şehirler… İlk bakışta huzur, dinginlik ve yavaş akan zamanın cazibesiyle insanı çeker. Gürültüsüz sokaklar, birbirini tanıyan yüzler, aynı kahvede oturan adamlar, her gün önünden geçtiğin ama belki hiç konuşmadığın insanlar… Dışarıdan bakıldığında güvenli, samimi ve sıcak gibi görünür. Ama işin aslı, küçük şehirlerin içinde büyüyen en büyük şey, bazen yalnızlıktır.
Küçük şehirlerde yalnızlık, kalabalıksız bir sessizlikten çok daha fazlasıdır. İnsan sayısı azdır ama dedikodu fazladır. Adımların, bakışların, hatta suskunluğun bile fark edilir. Bir adım öne çıkmak, farklı olmak ya da kendi yolunu çizmek istediğinde, yalnızlık bir gölge gibi peşinden gelir. Bazen kimseye ait hissedemezsin, çünkü herkesin birbirine ait olduğu o dar çemberin dışında kalırsın.
Küçük şehirlerde yalnızlık, geceleri daha keskindir. Büyük şehirde kalabalığın içinde bile yalnız hissedebilirsin ama küçük şehirde yalnızlık gözle görülür bir boşluk gibidir. Sokak lambasının altındaki tek başına yürüyüş, açık ama boş bir pastane, uzaktan gelen köpek havlamaları… Bunların hepsi insanın içine işleyen bir sessizliktir.
Belki de en zor yanı, kaçacak yerinin olmamasıdır. Büyük şehirlerde kalabalığın içinde kaybolabilirsin, oysa küçük şehirlerde her yalnızlık seni yüzüne çarpar. Çünkü burada herkes seni tanır ama kimse seni anlamaz.
Peki sizce de küçük şehirlerde yalnızlık, büyük şehirlerdekinin yanında daha mı ağırdır? Yoksa yalnızlık, nerede olursak olalım, aslında sadece içimizde midir?
Küçük şehirlerde yalnızlık, kalabalıksız bir sessizlikten çok daha fazlasıdır. İnsan sayısı azdır ama dedikodu fazladır. Adımların, bakışların, hatta suskunluğun bile fark edilir. Bir adım öne çıkmak, farklı olmak ya da kendi yolunu çizmek istediğinde, yalnızlık bir gölge gibi peşinden gelir. Bazen kimseye ait hissedemezsin, çünkü herkesin birbirine ait olduğu o dar çemberin dışında kalırsın.
Küçük şehirlerde yalnızlık, geceleri daha keskindir. Büyük şehirde kalabalığın içinde bile yalnız hissedebilirsin ama küçük şehirde yalnızlık gözle görülür bir boşluk gibidir. Sokak lambasının altındaki tek başına yürüyüş, açık ama boş bir pastane, uzaktan gelen köpek havlamaları… Bunların hepsi insanın içine işleyen bir sessizliktir.
Belki de en zor yanı, kaçacak yerinin olmamasıdır. Büyük şehirlerde kalabalığın içinde kaybolabilirsin, oysa küçük şehirlerde her yalnızlık seni yüzüne çarpar. Çünkü burada herkes seni tanır ama kimse seni anlamaz.
Peki sizce de küçük şehirlerde yalnızlık, büyük şehirlerdekinin yanında daha mı ağırdır? Yoksa yalnızlık, nerede olursak olalım, aslında sadece içimizde midir?