Uçuş öncesi ya da sonrasında yolcuların uğrak noktası olan “duty free” mağazaları, kimi için alışverişin mabedi, kimi içinse gereksiz bir tüketim tapınağıdır. Tartışma da işte tam bu noktada başlıyor: Duty free gerçekten cazip bir fırsatlar diyarı mı, yoksa yalnızca “vergisiz” etiketine sığınmış bir illüzyon mu?
Kimileri, duty free mağazalarının cazibesini büyülü bir pazar yerine benzetir. Parfüm kokuları, ışıltılı vitrinler ve pahalı içkilerin şık şişeleri, insanda bir yolculuk ritüeli etkisi yaratır. “Ne de olsa yurtdışına çıkıyorum, kendime bir jest yapmalıyım” psikolojisiyle, bir anda kredi kartları dans etmeye başlar. Bu bakış açısına göre duty free, yolcunun kendini ödüllendirme alanıdır; alışverişin seyahatin ayrılmaz bir parçası olduğu düşünülür.
Öte yandan karşı cephe, duty free’nin bir “fiyat illüzyonu” sunduğunu savunur. Çünkü internet çağında herkes anında kıyaslama yapabilmekte; duty free’de gördüğü o şişe parfümün aslında şehir merkezinde daha ucuz olduğunu fark eden yolcular, kendilerini kandırılmış hissedebilmektedir. Üstelik “vergisiz” etiketi her zaman “ucuz” anlamına gelmemektedir. Bu nedenle eleştirenlere göre duty free mağazaları, yolcunun psikolojisini manipüle eden birer pazarlama harikasıdır.
Bir başka tartışma konusu ise “duty free alışverişi gerçekten ihtiyaç mı, yoksa statü göstergesi mi?” sorusu. Bazı yolcular için duty free’den alınan bir çikolata kutusu veya markalı bir içki, sevdiklerine getirilmiş bir armağan olmanın ötesinde, “ben yurtdışına çıktım” mesajının da simgesidir. Diğerleri ise bu davranışı tüketim kültürünün en cilalı yüzlerinden biri olarak görür.
Sonuç olarak duty free, bir yanda yolculuğun coşkusunu artıran bir alışveriş şöleni olarak övülürken, diğer yanda yapay bir tüketim kurgusu olarak eleştirilir. Belki de hakikat, her iki görüşün kesişim noktasında gizlidir: Duty free ne tamamen bir kandırmaca, ne de kusursuz bir fırsatlar diyarıdır; asıl mesele, yolcunun zihninde yarattığı algıdır.
Kimileri, duty free mağazalarının cazibesini büyülü bir pazar yerine benzetir. Parfüm kokuları, ışıltılı vitrinler ve pahalı içkilerin şık şişeleri, insanda bir yolculuk ritüeli etkisi yaratır. “Ne de olsa yurtdışına çıkıyorum, kendime bir jest yapmalıyım” psikolojisiyle, bir anda kredi kartları dans etmeye başlar. Bu bakış açısına göre duty free, yolcunun kendini ödüllendirme alanıdır; alışverişin seyahatin ayrılmaz bir parçası olduğu düşünülür.
Öte yandan karşı cephe, duty free’nin bir “fiyat illüzyonu” sunduğunu savunur. Çünkü internet çağında herkes anında kıyaslama yapabilmekte; duty free’de gördüğü o şişe parfümün aslında şehir merkezinde daha ucuz olduğunu fark eden yolcular, kendilerini kandırılmış hissedebilmektedir. Üstelik “vergisiz” etiketi her zaman “ucuz” anlamına gelmemektedir. Bu nedenle eleştirenlere göre duty free mağazaları, yolcunun psikolojisini manipüle eden birer pazarlama harikasıdır.
Bir başka tartışma konusu ise “duty free alışverişi gerçekten ihtiyaç mı, yoksa statü göstergesi mi?” sorusu. Bazı yolcular için duty free’den alınan bir çikolata kutusu veya markalı bir içki, sevdiklerine getirilmiş bir armağan olmanın ötesinde, “ben yurtdışına çıktım” mesajının da simgesidir. Diğerleri ise bu davranışı tüketim kültürünün en cilalı yüzlerinden biri olarak görür.
Sonuç olarak duty free, bir yanda yolculuğun coşkusunu artıran bir alışveriş şöleni olarak övülürken, diğer yanda yapay bir tüketim kurgusu olarak eleştirilir. Belki de hakikat, her iki görüşün kesişim noktasında gizlidir: Duty free ne tamamen bir kandırmaca, ne de kusursuz bir fırsatlar diyarıdır; asıl mesele, yolcunun zihninde yarattığı algıdır.